11 Mart 2011 Cuma

*Egeşegedre...BUDAPEŞTE

    Ne biçim bir blog yazarıyım ben ya!!!Son yazımın üzerinden iki ay geçti fakat parmaklarım bir türlü klavyeye erişmedi.Dikkatinizi çekerim erişemedi demiyorum.Evet,üşendim.Çünkü o kadar çok şey birikti ki anlatamam gibi geldi ama bir yerinden tutup başlamak lazım.Blogumu unuttuğum bu iki aylık süreci yatarak geçirmedim tabi ki.Araya bir Budapeşte ve bir İspanya gezisi, yaklaşık 6 sınav ve bir de oda değiştirme prosedürleri girince 2 ay göz açıp kapayıncaya kadar geçti.O zaman akılsız başın cezasını parmaklar çeker diyerek,tekrar merhaba blogger deyip, güzel şehir,Macar diyarı Budapeşte'ye ayırıyorum bu yazımı.

   Öncelikle Macarların Budapeşte'ye 'Budapest' denmesine kıl olduklarını ve ana lisanında şehrin BUDAPEŞT şeklinde okunduğunu belirtmek isterim.Gezimizin ilk gününde katılmış olduğumuz free tour'un şirin mi şirin rehberi Suzi'cik 15 dk boyunca  insanlara bunu öğretmeye çalıştığı için bilinçaltımda yer etti.Macaristanla ilgili karşılaştığımız en ilginç ve gezi boyunca hepimizİ rahatsız eden şey para birimleri olan 3 sıfırlı -Forintti.1tl nin yaklaşık olarak 120 forint'e denk gelmesi hepimizin ekonomi mantığı biraz sarstı tabi.Bu karmaşayla yenen ve daha sonra ucuz olduğuna karar verilen akşam yemeğimizden sonra kendimizce bir gece turu yaptık vardığımız akşam fakat Budapeşte'nin soğuğu da Prag'ı aratmadığından yine makul bir saatte sıcak ve şirin hostelimize geri döndük.İkinci gün ekibimiz daha da kalabalıklaştı ve böylelikle daha eğlenceli bir hal aldı gezi.Başta bu geniş ve eğlenceli grubumuzla şehrin Peşte kısmını gezdikten sonra yukarıda da bahsetmiş olduğum free toura katıldık.Savaşın derin izlerini taşıyan görkemli binalarıyla Budapeşte hepimiz büyüledi.Şehrin sembolü haline gelen gotik hükümet binasından sonra 'Chain Bridge' vasıtasıyla Tuna Nehrinin diğer tarafına yani Buda'ya geçtik.Şirin tur rehberimiz Suzi bizi aldığı gibi Fisherman Bastion
adındaki yalnızca süs amaçlı yapılmış olan kaleye götürdü.Bu kale benim Budapeşte de en çok hoşuma giden yapı olarak kaldı çünkü kuleleri Walt Disney'in ünlü şatosuna ilham kaynağı olmuş zamanında.Ne yazık ki kış ayında hava erken karardığı için Buda tarafında daha fazla zaman geçiremedik.Kraliyet sarayını ve Buda'da bulunan diğer yerleri bir sonraki güne bırakarak karnımızı doyuracak bir yer aramaya koyulduk.Mc amca sağ olsun yine bizi aç bırakmadı (ne yazık ki...).Karnımızı da doyurduktan sonra yorucu günümüzü güzel bir jazz konseriyle noktaladık.O kadar yorucuydu ki günümüz yakışıklı jazzcı amcalara rağmen konserde gözlerimi açık tutamadım...:((
    İkinci günümüzde, yarım kalan Buda kısmı tamamlamaya adadık kendimizi.Yine aynı rotayı izleyerek Kraliyet Sarayına çıktık yalnızca açık avlusunda dolaştığımız Saray bana gayette Dolmabahçe'yi hatırlattı.Önünde hoplamalı zıplamalı fotograflar çekindikten sonra sıradaki durağımız olan Citadell ve Gilbert Hill'e doğru yola koyulduk.Bu kısımlarını Ezop Masalları gibi anlatsam yeridir, çünkü bildiğiniz dağ bayır yürüdük Budapeşte de ayaklarımızı donduran kara rağmen. Citadell e ulaştığımızda hepimiz havanın kapalı olmasına söverek, yine kapalı mapalı dinlemeden fotograflar çekindik.Dönüş yolunun bize tattırmış olduğu patinaj keyfiyle ve karın guruldamalarımızla şehre ulaştık ve hemen gidip karnımızı doyurduk.Geceye hostelde devam ettik ki iyiki öyle yapmışız...Hostelde gayet enternasyonel bir grupla (kanadalı, amerikalı abiler, samimi portekizliler) muhabbete daldıktan sonra bir de üzerine poker oynadıkta gecemiz şenlendi.

     Üçüncü gün hepimiz için muhallaktaydı çünkü hem o akşam dönecektik,hem termale gidecektik, hem de Heroes Square i gezecektik.İlk başta imkansız gibi görünen bu rota bizi epey yordu fakat termale girmeseydik çok şey kaçırmış olacağımızı anladıktan sonra koşturmacamıza değdiğine karar verdik.Budapeştenin termalleri çok meşhur bizde en meşhuruna gittik, makul bir fiyata tabi ki.35 ila 20 derece arası değişen sıcak sularda yüzmek bir havuzdan diğerine girip çıkmak bizi baya eğlendirdi.Heroes Square de -ne yazik ki-termal keyfini tadamayan arkadaşlarımızla buluştuktan sonra.Hediye eşya alışverişinde forintlerin dibine vurduk.Euro daha pahalı olmasına rağmen bu forint olayı bizi çok daha fazla sinir etti.İyi ki atmışız 0'ları dedim sonra.Ama her ne kadar pratik matematiğim yetmese de çevirmeye,güzel macar insanlarının EUR  karşısında, 3 sıfırlı paralarının arkasında durmaları beni mutlu etti bir yandan.Bir de o kadar yazdım da Macar dilinden falan hiç söz etmedim ayıp bana.Hayatımda duyduğum en ilginç dil.Nereye çeksen oraya gelir ister Türkçeye benzet,ister Romenceye, ister Çekçeye...bu sıra daha böle devam eder.Ama ilk günkü tur rehberimizin söylediğine göre Fince ile aynı ailedenmiş bu dil ve Türkçe'ylede baya benzer kelimeleri var.Bütün dillerin karışımından oluşmuş eğlenceli bir dil gibi geliyor kulağa.En güzeli de batılı memleketlerden gelen insanların bir türlü söyleyemediği '*egeşegedre' yi dillendirmek.Kelimenin meali,türkçede şerefe, ingilizcede cheers,çekçede ise nazdravi.
  
    Genel olarak Macar Tarihinden bahsetmem gerekirse aynı demir perde ülkeleri gibi anti komünist bireyler yetişmiş durumda.Fakat şehir olarak Budapeşte çok yara almış ikinci dünya savaşı ve soğuk savaş sırasında. Hitler pek bir iz bırakamamış şehre çünkü Macarlar Nazilere hemen teslim olmuşlar yani durum Çeklerle aynı.Biz de bu yaralı şehirde ,kasvetli havanında etkisiyle hüzünlü hüzünlü dolaştık ama neticede her birimiz çok mutlu ayrıldık Budapeşteden,çok sevdik Budapeşte 'yi.Aldık onu ,kalbimizde Prag'ın dibine iliştirdik.Ve bir daha hiç savaş görmemesini dileyerek ayrıldık Budapeşte den.
 Ayrıca şunu da sölemeden gecemiyeceğim, Budapeşte'de beni yalnız bırakmayan ve böylelikle onu daha güzel hale getiren arkadaşlarım Müge, Sevgi, Sinem, Ahsen, Pelin, Zekiye, Gizem ve tabi hepimiz için özel bir insan olarak kalıcak Julieta'ya çok teşekkür ediyorum....

HOŞÇAKAL BUDA ,HOŞÇAKAL PEŞTE ,HOŞÇAKAL *DANUBE


*DANUBE:TUNA NEHRİNİN MACARCASI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder